Az Özdür
Bir yıl gibi uzun bir süredir yaz(a)madığım bloguma bugün farklı bir yazı çeşidi ile devam etmek istedim. Bildiğiniz üzere yazılarım daha çok akademik dile yakındı -makale tarzındaydı- fakat yazmaya ara verdiğim bu süreç içerisinde klasik bloglardaki gibi okuyucu ile sohbet, muhabbet tadında yazı yazmaya karar verdim. Malumunuz bilgi bombardımanına tutulduğumuz bu asırda sizi salt bilgiyle karşılamak yerine adeta sizinle karşılıklı sohbet ediyormuşçasına konuşmaya ve sizi düşündürmeye çalışacağım. Siz okuyucularımın da bu tarzı seveceğini ümit ederek asıl meseleye giriş yapmak istiyorum.
Bugün size minimalizm konusu ile geldim. Minimalizm kavramını biraz tanıyacak olursak şöyle denilebilir: İnsanın kendine daha az alan ayırarak, daha az tüketimle, ihtiyaç fazlası olan her şeyi hayatından çıkarma anlayışıdır. Yani insanın ihtiyaç fazlası her şeye zihninde ve hayatında yer, zaman ve mekan ayırmamasıdır. En kısa ve sloganik bir ifade ile, minimalizm eşittir, “Az eşya, çok huzur” demektir. Eşya ile adeta özdeşleştiğimiz, hatta her şeyin aletini-edevatını icat ettiğimiz bu asırda eşyayı hayattan çıkarmak mı? İlginç! Aslında minimalizmi sadece eşyaya da indirgeyemeyiz. Çünkü bu anlayışı zihin dünyasındaki fazlalıklardan kurtulmak, faydasız insanlardan uzak durmak, hatta müzik türlerinde bile sade, yalın şeyleri dinlemek de takip ettiği söyleniyor. Örneğin sizi her yönden hırpalayacak müzikleri bir kenara bırakıp sade, enstrümantal bir müzikle ruhunuzu dinlendirmeyi tavsiye ediyor.
Eşya konusuna gelecek olursak, kullanmamız için yaratılan bu nesneler sanki bizi kullanmaya başladı gibi ne dersiniz? Halbuki Yüce Allah eşyayı bizim emrimize vermişti. Buyuruluyor ki: "O (Allah) ki; yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı. [Bakara, 2/29] Bir başka ayette ise “O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden bir lütuf olarak emrinize vermiştir. Bütün bunlarda düşünenler için işaretler vardır.” [Câsiye, 45/13] Bu ayetlerden yola çıkarak şimdi bazılarınız diyebilirsiniz ki “Hepsi bizim için, biz kullanalım diye yaratılmışken neden eşyadan mahrum kalalım ki?” Sizce hepsi bize sunulmuş diye hepsini kullanmak zorunda mıyız veya hepsini kullanmak istesek ömrümüz yeter mi? Hatta her şeyin parayla kullanıma sunulduğu bir dünyada her şeyi almaya paramız yeter mi?
Fark ettiniz mi bilmiyorum ama almazsak eksikliğini hayatımızda büyük bir yokluk olarak görmeye başladık bazı şeyleri. Bu da eşya ile gereken ilişkimizi yanlış kurmaktan kaynaklanıyor aslında. İşin aslı eşya mahkûm iken biz hâkim kılındık. Yani eşya, üzerinde hükmedebileceğimiz, ihtiyaç halinde üzerinde tasarruf yetkisine sahip olduğumuz bir şeydir. Eşya alınmadığında veya kullanılmadığında bize hükmedecek, bizde olmadığı için psikolojimizi bozacak, yokluğu üzüntümüze sebebiyet verecek bir şey değildir. Ayriyeten dolabımızı açıp baktığımızda karşımıza çıkan şeyler ihtiyaçlarımız mı? ihtiraslarımız mı? diye bir sorgulama içine girdiğimizde karşılaştığımız cevap bizi tatmin etmeli, israf etmediğimiz konusunda vicdanımız rahat olmalı. Emin olun her eşyaya sahip olmak, evimize doldurmak zorunda değiliz. Daha elimizdekilerin şükrünü tam anlamıyla yerine getiremezken üstüne biraz daha aldıkça sorumluluğumuz, yükümüz artıyor. Çünkü elimize geçen her imkân, bir imtihan…
Başka bir açıdan konuya bakacak olursak minimalizm fikri aslında 1400 yıl öncesinde insanlara sunulan bir reçeteydi! Nasıl mı? Hemen anlatayım. Allah (c.c.), Hz. Muhammed’e (s.a.s) her türlü zenginliği verebilecek iken Peygamber Efendimiz “bilinçli bir tercihle” malı, mülkü ve zenginliği seçmedi. Fırsatlar önüne serilmesine rağmen buna tenezzül dahi etmedi. Çünkü O, mütevazı bir hayat sürmenin İslam’dan olduğuna inanmaktaydı. Bu yüzden dünya hakkında tartışan sahabilerine “Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; sâde hayat sürmek imandandır.” buyurarak büyük bir tavsiyede bulunmuştur. [Ebû Dâvûd, Tereccül 2. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 4] Bunun yanında acıktığında taptığı putu yiyecek kadar cesareti olan Cahiliyye devri insanı varken biz neden elimizin altındaki sıradan veya değerli eşyaları gözden çıkaramıyoruz ki? O bile putuna kıyıyor! Biz eşyalarımıza kıyamıyoruz! Neden? Eyvah yoksa biz eşyalara mı tapmaya başlamışız?!
Günümüzde Peygamberimiz kadar mütevazı yaşayamayız belki fakat evimize dönüp baktığımızda neyin ne kadar lazım olduğunu bir sorgulamamız gerekiyor diye düşünüyorum. Bu kadar eşyaya gerçekten benim ihtiyacım var mı? Onsuz yaşayamam dediğim ne kadar eşyam var? Bu kadar eşya hayatıma ne değer katıyor? Alışveriş yaparken de üzerinde birkaç gün düşünerek; “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?” sorusunu sürekli zihnimizde canlı tutmamız gerekiyor. Çünkü elde etmeyi hayal ettiğimiz her şey, sahip olduğumuzda bir süre sonra sıradanlaşıp kullanmayacağımız bir metaya dönüşüyor. Zihin artık ona sahip olduktan bir süre sonra mutlu olmayı bırakıyor. Çünkü bizi mutlu eden aslında eşya değil, eşyaya sahip olma arzusu.
Yakın zamanda yaşadığımız ve 11 ilimizi kapsayan o büyük deprem afetine dönüp bakacak olursak herkes bir pay çıkardı kendine. Çoğunun dilinde şu cümle. “Ben aslında hiçbir şeye sahip değilmişim.” Her şeyin içinde hiçbir şeye sahip değiliz aslında. Her şeye sahip olmak için adeta kendimizi parçaladığımız bir zamanda bir anlık afetin her şeyi elimizden nasıl aldığına şahit olduk beraberce. Eşya kazanmayı gönül kazanmaya tercih etmiştik neredeyse. Fakat bir musibet, eşya ile nasıl gönül alınır onu öğretti bize. Elimizdeki eşyaları paylaşmayı, yardımlaşmayı hatırlattı. Evimizden çıkan eşyalar o kadar çokmuş ki o kadar eşya ile bir/birkaç yuva kurulacağını da fark etmiş olduk böylece.
Minimalizm kavramına geri dönecek olursak, ortaya çıkış sebeplerinden biri de bireye özgür yaşam oluşturmak. Sadece ihtiyacımız olan şeylere sahip olmak, eşyaların bize hükmetmesine engel olacak. Yani eşyalarımız bize ayak bağı olmayacak. Örneğin:
Evdeki yaşam alanımız artacak.
Dağınıklığımız azalacak.
Temizlik yapmamız kolaylaşacak.
Kaybetme korkumuz azalacak.
Kendimize odaklanmamızı sağlayacak.
Doyumsuzluk ve tatminsizlikten kurtulacağız.
Yeteri kadar üretip, daha az tüketmemizi sağlayacak.
Özellikle kadınlar biliyor ki: Evde ne kadar çok eşya olursa o kadar çok temizleme stili (elde yıkama, makinede yıkama, ovalama, fırçalama vb.), temizlik ürünü ve temizlik aleti de bununla birlikte artış sergileyecek. Yani ne kadar çok ve farklı kıyafetiniz olursa o kadar fazla deterjan çeşidin olur gibi… Emin olun minimalizm en çok kadınların işine yarayacak. Çünkü fikrimce eşya ile en çok bağ kuran onlar maalesef. Hatta eskiden itibaren kadınlara baktığımızda eşyalar hep çok kıymetliydi hatta paylaştığınız evdeki insanlarda bile. Bu hususta Alişan Kapaklıkaya der ki:
“-Hocam bugün evlerde çocuk az ama eşya çok.
-Evet belki de çocuklarımız eşyaların altında kaldı!
…Birçok annenin çocuklarını okula veya kreşe bıraktıktan sonra eve gelip akşama kadar eşyalara hizmet ettiğini biliyor musunuz?” Burada ben devreye gireyim. Öyle ki bu durum çoğu ebeveynin akşam eve gelen çocuklarına, eşine veya evin diğer fertlerine hizmet etmesine engel teşkil ediyor. Sonuç olarak tüm gün eşyaya hizmet etmiş bir birey, ne kendisine ne de ailesine vakit ayıramayacak, ibadetinden lezzet alamayacak hatta ibadete yeterli vakit ayıramayacak kadar yorgun bir hale geliyor. Fakat bakıyoruz ki Nahl Sûresi’nde şöyle buyuruluyor: “Allah evlerinizi sizin için bir dinlenme ve huzur yeri yaptı.” [Nahl, 16/80] Sizce bu kadar eşyanın içinde huzura yer kalmış mıdır?
Son olarak minimalizm aslında 1400 yıl öncesinden dinimizin tavsiye ettiği yaşam tarzıydı. Fakat bu kavramı icat eden arkadaşlar ‘yeni bir şey’ bulmanın sevinciyle insanlığı “Biz yeni bir şey keşfettik.” diyerek büyük oranda etkilemiş görünüyor. Öyle ki minimalist yaşam tarzını benimseyen kişiler bununla bir “aydınlanma” dahi yaşadığını iddia ediyor. Peki biz aslında asırlar öncesinden sahip olduğumuz bu yaşam tarzını, bu sünneti sahiplenmekte neden bu kadar zorlanıyoruz diye bir düşünmek lazım. Yani biriyle konuşurken “Ben minimalistim.” deseniz bu övünülecek bir lüks ve modern bir hayat tarzı iken biz neden Peygamberimizin (s.a.s.) “Sadelik imandandır” sünnetini hayatımızda tatbik ediyoruz” diye övünerek söylemeyelim ki.
Minimalizm kavramını kısa ve net olarak çok güzel anlatmışsınız. Yakın zamanda yaşanan depremden sonra aslında gereksiz ve fazlalık çok eşyalarımız olduğunu ve eşyalara gereğinden fazla çok önem verdiğimizi anladık , kanaatimce. Sade yaşamanın sünnet olduğunu biliyoruz ama müslüman olmamıza rağmen Peygamberimizi (s.a.v.) yeterince iyi örnek alamıyoruz maalesef. İnşallah yaşanan bu afetlerden sonra sünnetleri hayatımıza geçirmeye çalışırız.
YanıtlaSilDikkat etmediğimiz ama aslında önemli olan bir konuya değinmişsiniz. Yazının başlığı çok derin mânalı tek başına bile konuyu çok güzel özetliyor. Hayatımızın her anında, alanında hatırlayabilmek ve bunu kendimize düstur edinmek temennisiyle 🌸
YanıtlaSilKaleminize sağlık, hayatımızda var olan şeyleri çok güzel özetlemişsiniz. Toplumun bize dayattığı şeyleri birey olarak benimsemeyip özümüze inmeyi başarabilsek keşke... En azından birey olarak hayatımızdaki fazlalıkları çıkarabilirsek belki toplumumuza, çocuklarımızın geleceğine umut oluruz... Var olan düzene boyun eğmemiş oluruz.
YanıtlaSilOkuyup okuyabileceğim çok anlamlı ifadelere değinmişinn aslında herşey elde edesiye kadar sonrası koca hayal kırıklığı hayatın özü eşya değil insandır aslında buda benim düşüncem vesselam...✨🌸
YanıtlaSilMinimalizm kavramini islami bakis acisiyla ozetlemissiniz. Kaleminize saglik
YanıtlaSil-Fakat bir musibet, eşya ile nasıl gönül alınır onu öğretti bize.
YanıtlaSil-Elimize geçen her imkan bir imtihan.
-Yeteri kadar üretip daha az tüketmek.
-Sizce bu kadar eşyanın içinde huzura yer kalmış mıdır?
Kaleminize saglik. Yazınızı çok beğenmekle birlikte yaşadığımız çeşitli anlarda yukarıdaki alintilanan yazıların yön verici, düşündürücü olduğunu düşünüyorum. Teşekkürler
Öncelikle yazınızda gayet duru bir üslup kullanmanız problemin ana kaynağına inerek savınızın diyalektiğini aleni bir şekilde güçlendirmektedir. Yalnız kavram karmaşası yaşamamak adına kullandığınız ana temanın yani minimalizm akımının sanat tarihinde yirminci yüzyıla damga vuran fütürizmin akımının clement Greenberg tarafından tanımlanan resim ve heykelin modern diyalektiğinin yanlış anlaşılması sonucu ortaya çıktığı iddia edilmiştir. Aldığız perspektif kullandığınız kavramın salt niteliyle ilişkilendirilemeyecek bir boyutta olduğunu nacizane düşünmekteyim bu mimvalde minimalizm kavramının yerine “mütevazi” konu başlığı yakıştırmasında bulunmamı umarım emeğinize bir saygısızlık alarak değerlendirmezsiniz. Kaleminize sağlık sadık okurlarınız başarılarınızın devamını temenni eder.
YanıtlaSil